İngiltere’de yılın bu zamanları insanın içini bir hüzün kaplıyor. Daha önce bir çok kez söyledim, ben bir Akdeniz çocuğuyum ve güneş olmadan asla yaşayamam. Geçen sene bir hocam ile benzer bir konuşma yaşadım. Sanırım Şubat ayındaydık, ben her yere şortla gidiyordum (Çünkü bana göre güneşin bir kere çıkması yaz geldi demektir, Akdeniz’de olan budur). Bir gün bir hocam bana ‘Üşümüyor musun? Hava buz gibi, yağmur yağıyor’ dedi. Dişlerimin titremesine karşı koyarak şöyle dedim, ‘Halen daha Kış’da olmamızı reddediyorum’. Yalan değil, Şubat ayında üniversite’de yine şortumla dolaşmayı planlıyorum… Yeter ki şu güneşi baştan bir görebilelim… Nolur şu güneşi baştan görelim…
Bu kadar dramatik gözüksem bile Hava o kadar da kötü değil. Bir bardak kahve, bisküvi ve klasik müzikle pencereden dışarı bakarak huzur bulabilirsiniz (eğer merak ediyorsanız söyliyeyim: evet, içimde emekli, yalnız yaşayan ve kitap okumaktan gözleri gitmiş bir amcanın ruhu var). Bir diğer aktivite evde oturup kahvemle ve bisküvilerimle izlemek istediğim ama bir türlü vakit bulamadığım dizileri ve filmleri izlemek (aramızda kalsın Muhteşem Yüzyıl’ı bir türlü bırakamıyorum). Ya da kahvemle ve bisküvilerimle oturup ders çalışmak… Onu da yapmaya çalışıyorum (çok eğlenceli hiç sormayın)…
Keşke yaptığımız herşeyde neşe olsa ama bu hafta çok kötü haberler duyduk. Umarım terör en kısa sürede biter, umarım herkes gündelik hayatını korku duymadan yaşayabilir.
Herkese iyi haftasonları, daha sonra görüşmek üzere…